Kayıtlar

KIŞ DEVLÜĞÜ/ BİR ÇOCUĞUN HİKÂYESİ

    Bozkırın hüküm sürdüğü şu dağlarda koyun ve sığır sürülerinden başka hiçbir şey görünmüyor. Ne tarlalarda çalışanlara ne de sap saman taşıyanlara rastlanıyor. Bu zamana tarla, harman kalır mı? Kalmaz tabi ki güz gelmiş nerdeyse tarlalar ekilecek, bostanlar bozulmuş, bahçelerden meyveler toplanmış insanlar kışa hazırlık yapmaya başlamışlar. Şehre giderek köyün son ürünlerini satıp kışlık ihtiyaçlarını tedarik edecekler. Ben de bu ihtiyaçları tamamlamak için binmişim köyün minibüsüne. Tek bir boşluk kalmayacak şekilde doldu minibüs beni de almazlardı ya şoför dayım olunca mecbur kaldılar. Minibüse biner binmez Nimet halam, Mustafa emminin yanına oturttu. Anam zaten tembihlemişti. Halanın yanından ayrılma sözünden çıkma diye. Ben de öyle yaptım. Minibüs çalışır çalışmaz hararetli bir konuşma başladı. Kimisi bu sene tarladan buğday az çıktı diyor, kimi bostanı da bozduk ama yine de yetmez diyor. Herkes bir şeyler diyor ama kimse halinden, bu düzenin gidişinden memnun değil. Bir zaman s

BEKTAŞİ KİMDİR?

Tarihi kaynakların bize anlattıklarından öğrendiğimiz üzere Anadolu coğrafyası Müslüman-Türklerin buraya gelmeye başlamasıyla çeşitli görüşteki dervişlerin, şeyhlerin ve abdalların uğrak yeri olmuştur. Bu topraklarda kendi bünyesinde yetişen veya dışarıdan gelen birçok evliya, hoca ve tarikat kurucusu barınmıştır. Anadolu, temellerinin burada atıldığı tarikatlara ev sahipliği yapmıştır. Bu tarikatlar kendi görüş ve felsefelerini halka anlatarak taraftar bulmaya çalışmışlardır. İslam’ın konularına, nasıl Müslüman olunacağına, İslam dinini nasıl yaşamak gerektiğine kadar çok basit veya çok karmaşık konularda fikir ortaya atmışlardır. Kimisi halk tarafından dışlanmış kimisi ise devletin tepkisini çektiği için ortadan kaldırılmıştır. Bunun yanı sıra halkta karşılık bulan görüşler genellikle Horasan temelli tasavvuf görüşü olmuştur. Horasan Tasavvuf Ekolü’nün özelliklerini; ilm-i bâtın, cömertlik ve fütüvvet, Ehl-i Beyt muhabbeti, adâlet ve özgürlükçü tutum şeklinde sıralamak mümkündür. Hz.

Leonardo'ya Mektup 2

Aziz lordum Leonardo, Geceler insanların krallığıdır Sen ise benim gecelerimin kralısın.  Gönül tahtımın sahibi Leonardo, Asil bir kralın krallığını terk ettiğini gördün mü? Halkını bırakıp gittiğini gördün mü?  Ben ki senin hükmündeki tek insan,  Ben ki senin buyruğunla yaşayan ve nefes alan.  Şimdi ne olur söyle!  Sebebini senden duymak istiyorum. Beni neden yalnız bıraktın?  Karanlık gecelerde tek mum ışığım senken  İhtilâlden korkan bir saraylı kaçağı gibi  Sessiz ve hızlı oldu gidişin.  Kitaplar içinde rüyalara dalmış seni beklerken Yağmacıların,  Çapulcuların, ayak sesleriyle bölünür oldu uykum. Sefil ayaklarla eziliyor beyfendiliğim.  Zincirli beyinlerin mezesi oldu bilgim.  Beni eski ellere bıraktın lordum. Yeminim olmasa ya da sana olan sevgim Beklemem dönüşünü krallığıma. 

Baharın Sonu

  Takvimler eylüle hoş geldin deyince; Gönül bağımızın o nazar boncuğu, Sabırsız söğüt yaprağı gibi düştü yere Hakim oldu aşkımıza sonbaharın buğusu Benimle hüzün şarkıları söyledi toprak, Senden sonra özgür bıraktım ruhumu  Güz rüzgârları onu makbere savuracak

Kırılan Şişe

Bir masa başında, mum ışığında Yoklukla gecemi soğutuyorum Cümle kenarında, satır başında Düşünce leyli der; uyutuyorum. Ölülere güneş ne zaman doğar? Güzel ile gündüz unutulur mu? Ya ölmeden karanlıkta kalanlar! Kefensiz çığlıkları duyurulur mu? Ölür tüm canlılar birer ikişer Uykunun hükmü göze durunca, Oysa ki sevgisiz ölüyor güller. Zeytin ağaçları, mor menekşeler Gönül mahzeninde saklanan şarap, Kan değil akan kırılan şişeler.

Garip Bir Martı

  Gönlümde sakladığım gizli sevgili, Allar, yeşiller, morlar içinde. Bağırsada sana gamlı yüreğim Sen İstanbul'sun ben ise garip bir martı. Taze simitle kavrulmuş susam kokusu, Durgun denizde gün, ufukta sesler, Bebek camisinde lale devri, gönlümde isyan Sen İstanbul'sun ben ise garip bir martı. Sığmadı dünyaya küçük bedenim, Çok geldi defterlere renkli düşlerim, Ağrılar yaparsın naz ile gönül tahtımda Sen İstanbul'sun ben ise garip bir martı. Zor, çile, güzel ve berbat, Saadet, menfaat, yok olmuş hayat. Uzaksın, elsin, sitemsin bana, Sen İstanbul'sun ben ise garip bir martı.

Pencere/ Kısa Öykü

Saat sabahın altı buçuğu sanki hiç uyumamış gibi kalktım yataktan, uykulu değilim uykum da yok. Bir süre olağan şeyler değişir diye bekledim.  Etrafa göz gezdirdim, küçük odayı baştan sona taradım. Aynı dolap, aynı dağınık masa ve aynı eskimiş halı. Düşünmeye başlamıştım ki tokmağı incitmeden hafiften açıldı odanın kapısı, nazikçe bir ses temiz havayla birlikte yayıldı.  - Efendim kalkmışsınız, iyi sabahlar dedi. O kibar ve kırılgan ses.  - Evet moncher, iyi bir gece değildi sende hissetmiş olmalısın. - Rastlantı olmasa gerek efendim o kadar işim varken yanınıza gelmem gerektiğini düşündüm. Beni düşünen birinin olması mutluluk vericiydi, sevinmiştim. Mutluluğumu belli etmek için seslendim. - Gel pencereden bakalım moncher, sen gördüğünü söyle ben gördüğümü, sen gördüklerini anlat ben gördüklerimi anlatayım.  - Bakalım efendim, buyurun. Dedi. Davetim onu da mutlu etmişti. Bize değer verenlere karşı her zaman bu değerin karşılığını sevgiyle göstermeliyiz. Eğer bunu görmezden gelirse