Pencere/ Kısa Öykü

Saat sabahın altı buçuğu sanki hiç uyumamış gibi kalktım yataktan, uykulu değilim uykum da yok. Bir süre olağan şeyler değişir diye bekledim.  Etrafa göz gezdirdim, küçük odayı baştan sona taradım. Aynı dolap, aynı dağınık masa ve aynı eskimiş halı. Düşünmeye başlamıştım ki tokmağı incitmeden hafiften açıldı odanın kapısı, nazikçe bir ses temiz havayla birlikte yayıldı. 

- Efendim kalkmışsınız, iyi sabahlar dedi. O kibar ve kırılgan ses. 

- Evet moncher, iyi bir gece değildi sende hissetmiş olmalısın.

- Rastlantı olmasa gerek efendim o kadar işim varken yanınıza gelmem gerektiğini düşündüm.
Beni düşünen birinin olması mutluluk vericiydi, sevinmiştim. Mutluluğumu belli etmek için seslendim.

- Gel pencereden bakalım moncher, sen gördüğünü söyle ben gördüğümü, sen gördüklerini anlat ben gördüklerimi anlatayım. 

- Bakalım efendim, buyurun. Dedi.
Davetim onu da mutlu etmişti. Bize değer verenlere karşı her zaman bu değerin karşılığını sevgiyle göstermeliyiz. Eğer bunu görmezden gelirsek elbette sonu gelecektir.
Hızlıca içeriye girerek küçük pencerenin bir köşesine geçti ve davet edici bakışlarıyla beni süzdü. Bende pencerenin diğer bir köşesine geçtim. Bir süre sonra sordum.

- Ne görüyorsun dışarıda moncher anlatır mısın? 

- Yavaş yavaş yağmur yağıyor efendim damlaların sesi doğanın müzikali gibi, etrafa yeşilin tüm tonları hakim, yaprakların üzerindeki su damlacıkları bir ressam fırçası ile bırakılmışcasına göz alıcı güzellikte. Hava buğulu, toprak nemli, ses yok kuşlar bile uykuda. Kapalı pencereden bile geliyor toprağın eşsiz kokusu... Kutsal metinlerdeki cenneti anlatan vaiz gibi gülümseyerek sordu.  

- Ya siz ne görüyorsunuz efendim?
Sevmediği derste ayağa kaldırılmış çocuk gibi derin bir iç çekip anlatmaya başladım.

- Kupkuru isli ve pis kokulu bir hava, kirli bulutlarla kaplanmış beton binalar arasında zorda olsa görünen gökyüzü. Yeşil yok. Canlı renkler uçmuş. Her tarafta gri rengi hüküm sürüyor. Kapkara asfalt üstünde uyanmamış insan yüzleri geçiyor. Mutsuzluk ruhlarından yüzlerine yansımış. Kuşlar göçmüş, bu diyardan kargalar bile kaçmış.
Sıkılmış ve bunalmıştım. Gördüklerim ruhuma sızı vermişti. Kurtuluş olacak diye sen anlat moncher dedim.
İkimize de yetmişti bu çirkinlik. Bu sebeple konuşmaya daha neşeyle başladı. 

- Efendim, yağmurun sesi öyle güzel ki ninni gibi, masal kelimeleri gibi tane tane. Kuşlar yuvalarında kıpırdamaya başladılar. Dağlar güçlü birer korucu gibi dimdik duruyor, sinelerinde soğuğu, sıcağı bana mısın demeden barındırdıkları belli. Rüzgârın serin sesini siz de dinleyin. Gözlerimi kapatmıştım ki çat diye açıldı odanın kapısı, ne moncher kaldı ne de yağmurlu hava?
Hazırlanmadın mı? İşe geç kalacağız. Dedi arkadaş.

SON

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KIŞ DEVLÜĞÜ/ BİR ÇOCUĞUN HİKÂYESİ

BEKTAŞİ KİMDİR?

Leonardo'ya Mektup 2